19 Nisan 2024 Cuma
Anasayfa > Yazarlar > Ahmet Kandemir > ALLAHTAN HİÇ BİR KADININ OMZUNA GEÇİM DERDİ YÜKLEMEMESİNİ DİLİYORUM.
Ahmet Kandemir

ALLAHTAN HİÇ BİR KADININ OMZUNA GEÇİM DERDİ YÜKLEMEMESİNİ DİLİYORUM.

01.11.2020 13:35 12 14 16 18 yazdır
Yazar : Ahmet Kandemir

Yılda bir defa kadınlar gününde ve anneler gününde hatırlanan kadınlarımız gözünüz aydın! Gününüz geldi. Bir gün sonra bitecek bu gününüz. Bir gün sonra yine şiddete maruz kalacaksınız, ötekileştirileceksiniz, ya benimsin ya da kara toprağın denilerek yada töre denilerek öldürüleceksiniz ama bir günlük dahi olsa güzel sözlerle hatırlanacağınız gününüz geldi. Hadi gözünüz aydın!

 

O halde önce güzel sözlerden başlayalım; Yaşamın en güzel rengidir kadın, hatta tüm renkleridir. O renkleri soldurmamak gerekir, Bir erkeğin ruhuna can katandır kadın, canını yakmamak, ömrüne ömür katmak gerekir. Sadece ana değildir kadın, anaya duyduğun kadar saygı duyman gerekir. Rabbimin erkeğe emanetidir kadın, o değerli emanete ihanet etmemek gerekir. Ne sözler ne süslü cümleler yazmak yeterli gelir kadını anlatmaya, satırların ve mısraların yetmezliğidir kadın.

 

Türk kültüründe Han’ın “Bakın ben sizin hanınızım bu da benim han’ım”diyerek baş tacı edipyanında söz sahibi ettiği, Neşet Ertaş üstadın “Kadınlar insandır. Biz insanoğlu.” Şeklinde tarif ettiği üzere kadının önce İNSAN olduğunu kabul etmek gerekir. Kendin için hak saydığın her şey kadının da hakkıdır. Unutmamak gerekir. Sadece bir özel günü ona adamaktan çok, tüm günleri onlara mutlu kılmak gerekir. Uzun lafın kısası, İnsanca yaşamak ve yaşatmak gerekir.

 

Cumhuriyetimiz kurucusu ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün tüm dünyadan önce kadına seçme ve seçilme hakkını vermesine rağmen bugün milyonlarca kızımıza eşlerini dahi seçme hakkı tanınmıyor, küçük yaşta evlenmeye zorlanıyor.  Aile içi şiddete, töre cinayetlerine kurban giden kadınlarımızın sayısı her yıl binleri bulurken, yönetim kademelerinde, sivil toplum örgütleri içerisinde, çalışma hayatında kadının adı neredeyse yok.

 

Bu durum dahi birçok toplumdan daha önce seçme ve seçilme hakkı elde etmiş olan kadınlarımızın, 1934'ten bugüne kadar yaşadığı ihmali ortaya koymaktadır. Bir ülkede, getirilen hukuki düzenlemelerin toplumsal yaşama yansıması için toplumsal algının da bu yönde geliştirilmesi gerektiği gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Kadınların hukuki haklarını kullanması için yasal düzenlemelerle birlikte, hukuk kurallarını hayata geçirecek olan bireylerin de yeterli olgunluğa erişmesi ve uygun toplumsal kültürün oluşturulması gerekmektedir. Bu nedenle öncelik mutlaka, evrensel, eşitlikçi bir toplumsal kültür oluşturmak olmalıdır.

 

Kadını ikinci plana iten toplumlar, kendisini ayakta tutacak dinamiklerden birini kaybettikleri için çökmeye mahkûmdur. "İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?" diyen Atatürk'ün izinden gideceksek, hayatın her noktasında kadınları yüceltmek zorundayız.

 

Bugün, kadınlarımızı toplumsal hayattan soyutlamaya çalışan, aile içi şiddet uygulayarak adeta kadınları infaz eden, asılsız gerekçelerle kadınlarımıza ikinci sınıf vatandaş muamelesini layık gören, onların erdem ve değerini hala anlayamayan zihniyetlere karşı, tarihimiz ibret verici örneklerle doludur. Kadın ve erkek omuz omuza olduğunda bu toplumu yıkacak hiçbir güç olmayacaktır.

 

Bizde Kadın, uğruna cennetin terk edildiği ve cennete yeniden girebilmek için ayaklarının altının öpüldüğü mukaddes bir varlıktır.

 

Türk Kadını, milletimizin var olduğu günden bu yana toplumumuzu ayakta tutan en önemli unsurlardan birisidir. Türk Kadını, Rahime Hatun olup cephelerde savaşmış, Şerife Bacı olup cepheye cephane taşımış, Turp yıkamış, fıstık elemiş ailesinin ekonomisine katkı sağlamış, çocuklarını yetiştirip vatana hizmete yollamış, Al Bayraklı tabuta sarılıp hasretini gözyaşında saklamış şehit anasıdır. Milletimizin göz nuru, pak aydınlığıdır.

 

Sultanların anası, şehzadelerin terbiyecisidir kadın. Kahramanlar doğuran, şehadete uğurlayan tek sermayesi gözyaşı olan ve ona sığınandır kadın. Evinin direğidir, gönüllerin şahıdır, sofranın padişahıdır kadın.

 

Bizde kadın, Hazreti Muhammed Mustafa’yı doğuran, Mustafa Kemal Atatürk’ü yetiştirendir. Bizde kadın, hanın hanıdır, kahramandır. Elinde mavzer yedi ocağı gerçekleştiren Rahime Hatun’dur.

 

Anamız, eşimiz, bacımız ve de yârimiz olan kadınların o akıl almaz, o çılgınca fedakârlıkları olmasaydı, Kurtuluş Savaşı nasıl kazanılırdı ki?

Kadınlar evimizde bizim “iç işleri bakanımız” ve savaşta “Kağnı Komutanlarımızdır.”

 

Kurtuluş Savaşı günlerinde Türk Ordusunun silah ve cephane ihtiyacı İnebolu üzerinden karşılanıyor, özellikle İstanbul'da, işgal güçlerinin denetimindeki depolardan çeşitli yollarla kaçırılan silahlar ve cephaneler, küçüklü büyüklü teknelerle İnebolu'ya getiriliyor, buradan da "İstiklal Yolu" üzerinden cepheye götürülüyordu. Bu sevkiyat işini daha çok İnebolu, Kastamonu ve Çankırı yöresi kadınları gerçekleştirmiştir. Hangi araçla mı? Kağnılarla tabii. Zaten başka araçta yoktu ki!

 

Cephe gerisinden cepheye yiyecek, giyecek, malzeme, silah ve cephane taşıma işinde kullanılan kağnılar iki tekerlekli basit şekilde yapılmış birer yük arabasıydı. Bunları öküzler ve mandalar çekerlerdi.Kağnıların hep birden çıkardıkları inilti ta uzak yerlerden işitilirdi. 

Kağnıların ekserisi köy kadınları ve on-on beş yaşlarındaki çocuklar tarafından idare olunurdu. Uzun yürüyüşlerde gece ayaz, kar ve yağmur altında meşakkat ve acının en fazlasını çekmiş olan bu aziz vatandaşlarımız köylülerdi. 

 

Kağnılardan Kağnı Kolları oluşturuluyordu. Kağnı Kollarında görev alan kadınlara, çocuklara ve yaşlılara yol gösterecek kadınlar vardı. İşte bu kadınlara “Kağnı Komutanı” denilmiştir. Bu nedenle Kağnı Komutanlığı, dünyada sadece Türk Kurtuluş Savaşı’na özgü bir kavramdır.

 

Kağnı, Kurtuluş Savaşı'nın simgesidir. Birçok zafer anıtında kağnı bulunmasının nedeni budur.

 

Cephane ve yiyecek taşıyan kağnıların gerçek komutanları kadınlardı kuşkusuz. Fedakâr, vatansever, kahraman Türk kadınları...

 

Bu ülkenin kadını birdir, birliktir. Cephedeki evlatlarına birlikte dua eder, toprağa koydukları her bir Mehmede anadan farksız gözyaşı dökerler... Umut etmesin düşmanlar! Bu kadınlar, bayrak-ezan aşkına, göğsünü siper etmesini de bilirler!

 

Türk kültürü ve Türk tarihinde kadınlarımızın önemli bir yeri vardır. Türk Milletinin 20. yüzyılın başında verdikleri var olma mücadelesinde Erzurum'da Nene Hatun ve Kara Fatma, Adana'da Hatice Hatun, Gördesli Makbule Hanım, Gaziantepli Yirik Fatma,  Tarsuslu Kara Fatma, Aydın'da Ayşe Hanım, Edirne'de Kara Fatma,  Osmaniye'de Rahime Hatun, İnebolu'da Şerife Bacı, Kahramanmaraş'ta Bitlis Defterdarının Hanımı, Şavşat'ta Çiçek Nene, Artvin'de Nazlı Nene, Mersin'de Safiye Ünlü, İstanbul'da Asker Saime Hanım, Aziziye'de Name Kadın, Rize'de Fethiye Kartal, Çanakkale'de Nazife Kadın, Kastamonu'da Halime Çavuş gibi niceleri kahramanlıklarının yanında, kahramanlar yetiştirerek Türk tarihinde layık oldukları yeri almışlardır. Millet olarak kadınlarımızın hayatın her alanında etkin rol almalarını desteklemiş, onların bu davranışlarını özendirmiş ve onurlandırmışızdır.

 

Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim.

 

 “Türk çocuğu öksüz kalır, yurtsuz kalmaz” der Nene Hatun. Anadolu’nun kurtuluşunda emeği olan nice kadınlardan bir tanesi ve sembol ismidir. Anadolu’da her şehirde her köyde bir Nene Hatun muhakkak vardır.

 

Ulu Önder Atatürk’ün  “İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin. Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?” sözlerinin anlamını iyi okuyabilmek çok önemlidir. Zira zincire vurulan, eğitimsiz bırakılan, çalışma hayatından uzaklaştırılan, cinayete kurban giden, istismar edilen, şiddete uğrayan, baskı ve ötekileştirmeyi tüm hücrelerine kadar hisseden kadınlar toplumun kanayan yarasıdır.

 

Ama başka pencereden de bakarsanız. Kadın olmak suçtur bu hayatta. Seversin deli derler, sevmezsin kötü derler. Elde ederler basit olursun, elde edemediklerinde konuşmalara meze olursun. Susarsın bir şey bilmiyor derler, susmazsın dili uzun derler. Adam gibi adam derler de, kadın gibi kadın demezler.

 

Erkek olmak doğuştan bir güçtür, kadın olmak eksikliktir, güçsüzlüktür. Eksik etektir kadın Aklı ermez, gözü açılmamalı, sırtından sopa, karnından sıpa eksik olmamalıdır. Oysa erkektir kadını eksik hale getiren, namusunu alıp etek altına iten, inançlarını yok eden. Başımın tacı, evimin direği, gönlümün sultanı… Öyle mi? Bir melekten şeytan yaratmasını bilen erkek olmasına rağmen suçlu kadındır. Kadına şiddetin boyanmamış rengi kalmamıştır bu dünyada.

 

Toplumda müstesna bir yeri olması, erkeklerle aynı kulvarda yürümesi gereken kadınlarımızın ne yazık ki hak ve özgürlüklerine kelepçe vurulmaya çalışılmakta, kadınlar ayrımcılığa tabi tutulmakta, iş hayatında, sivil toplum kuruluşlarında, siyasette hak ettiği konumda olamamaktadır.

 

Sözlü, fiziksel, psikolojik ya da cinsel şiddete uğrayan kadınlarımıza dair haberler hemen her gün gündemdedir. Bu haberler içimizi kanatmaktadır. Bu ülke Özgecan Aslan’ı, Münevver Karabulut’u, Ayşe Paşalı’yı ve cinayete kurban giden daha birçok kadını unutmadı. Hunharca katledilen, şiddetsiz günü geçmeyen, korkutulan, sindirilen kadınlarımızı, çoğu zaman maalesef devlet bile koruyamamaktadır.

 

Kadınların çığlıklarını duymak, en temel hak olan yaşama hakkının kadınların ellerinden alınmasına engel olmak, kadın cinayetlerini, kadına yönelik şiddeti meşru zemine oturtmaya gayret edenleri en ağır şekilde cezalandırmak, erkek öfkesini kabul edilebilir bulan meczup zihniyeti ortadan kaldırmak toplumsal bir görevdir.

 

Bugün kadınlarımızı yeniden perde arkasına hapsederek erkek egemen bir toplum yaratma peşinde koşanlar;

 

Aziziye Tabyası'nın Ermenilerin eline geçmesi üzerine, üç aylık bebeğini emzirdikten sonra, "Seni bana Allah verdi. Ben de O'na emânet ediyorum." diyerek, birkaç saat önce şehit düşen ağabeyinin tüfeğini alıp, vatan savunmasına koşan Nene Hatun;

Oğlu, kızı ve kardeşinin de bulunduğu 35 kişilik müfrezesiyle Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi'ne katılan, Afyon civarında Yunanlılara esir düşen ve yine kendi çabalarıyla kurtulan, sonradan kendisine bağlanan üsteğmenlik maaşını Kızılay'a bağışlayan Kara Fatma lakaplı, Fatma Seher Erden;

 

Yunanlıların İzmir'i işgal etmesi ile Milli Mücadele'ye katılan, Sakarya Savaşı'nda yaralanan ve tedavisinin ardından müfrezesine geri dönen, binbaşı Ayşe Hanım;

Temmuz 1920'de Fransızlara karşı harekete geçildiği sırada askerlerde bir duraksama olunca "Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?" diyen, aynı muharebe sırasında ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileriye atıldığında şehit düşen Rahim Hatun;

 

Kendisinden bilgi almak isteyen Yunanlılara karşı direnirken düşman tarafından Kavakönü Köyü'nde işkence yapılarak öldürülen ve ardından fırında yakılan, Nazife Kadın'ı asla hafızalarından çıkarmamalıdırlar.

 

Dünya'da ve Türkiye'de demokrasinin gelişmesinde kadınların ve kadınlara sağlanan hakların önemli bir yeri vardır. Hatta kadınların sahip olduğu haklar ülkenin gelişmişlik seviyesinin bir nişanesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Modern dünyada kadınların eğitilmesi, eğitilmiş kadınların istihdama katılması, çalışma hayatında yer alan kadınların karşılaştıkları güçlüklerin çözülmesi, milletlerin refah seviyelerinin artmasında büyük bir etkiye sahiptir.

 

Yıllarca eşinin yanında ve ailenin temel direği olarak bulunmuş ve ailenin, ülkenin yönetiminde çok önemli bir fonksiyon yerine getirmiş olan Türk kadını Cumhuriyetle birlikte ve yıllara göre gittikçe artan bir şekilde çalışma hayatında ve toplumsal hayatta yer almıştır. Kadının toplumsal hayata ve çalışma hayatına girmesi ile birlikte çalışma hayatı da farklılaşmış, tabiri caizse çalışma hayatına da kadın eli değmiştir.

 

Geleceğimizin garantisi ve yükselmemizin yegâne unsuru el ele vermemizden geçmektedir. Öyleyse toplum olarak kadın erkek el ele verelim. Evimizin huzur ve mutluluğu ülkemizin huzur ve mutluluğu ile eş değerdedir. Hep birlikte geleceğimiz için çalışalım. Üç günlük dünyanın mutluluğunu hep birlikte paylaşmak varken neden mutsuzluğa yarışalım?

 

Bu düşünceler ışığında, başta ülkemiz olmak üzere dünyadaki tüm kadınların annelik sıfatıyla sahip oldukları kutsiyetin farkına varılmasını ve uğradıkları her türlü haksızlığın son bularak, toplum içinde eşit bireyler olarak yer almalarını, Yüce Allah’tan hiç kimseye evlat acısı yasatmamasını, hiç bir babayı çaresiz bırakmamasını, hiç bir canlıya insandan eziyet göstermemesini, hiç bir kadının omzuna geçim derdi yüklememesini, hiç bir kadının omzuna geçim derdi yüklememesini diliyorum.

 

Ahmet KANDEMİR

Türk Eğitim-Sen Osmaniye İl Başkanı

 

Yazarın Son Yazıları
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.